"Nâzım Hikmet Türk şiirinde en göze batan biçimsel devrimi yapmış olan şairdir. "Şiiri siyasal bir kavga aracı sayması, bunu açıkça söyleyerek başarılı örneklerini vermesi de elbette yazın dünyamız için etkili bir yenilikti. Ama ondan önce de, Namık Kemal, Tevfik Fikret, Mehmet Âkif gibi ünlü şairler toplumsal, siyasal, güncel sorunları doğrudan ele alan şiirler yazmışlardı. Nâzım Hikmet'in şiiri siyasal düşüncelerini savunmak için kullanışında onlara benzemeyen yan toplumsalcı oluşudur. "Biçim alanında gerçekleştirdiği yenileşme ise şiirimizin bütünü için kökten bir dönüşüme yol açmıştır... "1920'lerin başında Türk şiiri içine kapanmış bir görünümdeydi. En sevilen şairler, Yahya Kemal ile Ahmet Haşim'di. Hececiler aruzdan heceye geçişleriyle 'ulusal ölçü'yü öne çıkarmış olmanın onurunu paylaşıyorlardı. Genç yetenekler olarak bakılan Yedi Meşaleciler arasında da toplumsal sorunlara ağırlık veren yoktu. Ama olsaydı, bunu kimse yadırgamaz, bir yenilik diye bakmazdı. Nitekim Hececilerin çevresinde kendilerine yer arayan kimi genç şairler işgalcilere karşı şiirler yazmaktaydılar. Yetenekli bir şair adayı olarak tanınan Nâzım Hikmet de bunların arasındaydı. "1929'da yayımlanan 835 Satır'ın Türk şiirinde bir bomba gibi patlaması, öncelikle biçim alanında yarattığı devrimden, bir de ses tonundan kaynaklanmıştır. "Türkiye'de toplumsalcılık bilinmeyen bir öğreti değildi. Toplumsalcılar Osmanlı İmparatorluğu yönetimi altındayken de parti kuruyor, dergiler çıkarıyor, düşüncelerini savunuyorlardı. Örnekse Tevfik Fikret bazı şiirlerini bir toplumsalcı olan Nüzhet Sabit'in dergisinde yayımlamıştı. "Salt Marx'çı, Lenin'ci düşünceleriyle bir şair böylesine güçlü bir etki yaratamazdı. "Ama Moskova'da öğrenim görürken Mayakovski'yi tanımış, Futuristleri okumuş olan Nâzım Hikmet'in 'serbest Nâzım' diye adlandırdığı şiir ölçüsü ile dizelerinden yansıyan ses tonu Türk şiirinde daha önce ne görülmüş, ne de duyulmuştu. "835 Satır'ın bir bomba gibi patlaması hem getirdiği bu yenilikten, hem de şiir okurlarına bu yeniliği kolayca benimsetmesindendi. "Devrim niteliğinde yenilikler genellikle tepkiyle karşılanır. "Nâzım Hikmet örneğinde öyle olmadı. Tutucu sanatçılardan gelen direnme de şiir okurlarının baskısıyla kısa sürede kırıldı. "Ahmet Haşim gibi ta öbür uçlarda gezinen bir şair bile, "'Nâzım Hikmet Bey, tarzını kendi icat etmedi, bu biçimde şiirler şimdi dünyanın her tarafında yazılıyor. Nâzım Hikmet Bey bu tarzı anlamış, Türkçeleştirmiş, bu iklimin toprağında tutturabilmiş büyük bir yeni şairimizdir. Bu şiirin eskisine nazaran ruçhanı muhakkak. Eskiden şiir bir tek düdükle söylenirdi. Nâzım Hikmet Bey bir tek alet yerine koca bir orkestra takımı vücuda getirmiş. Fakat bu zengin orkestra, yalnız marş nevinden birtakım heyecanlı havalar çalıyor,' demek gereğini duydu. "Bu sözler hem aşırı övgülere sapanları uyarmayı amaçlıyor, hem ortaya konanın daha marş düzeyini aşmadığını belirten bir olumsuz eleştiri getiriyor, hem de şairin uyguladığı yeni tarzın üstünlüğünü kabul ediyordu. Şiir kamuoyundan gelen olumlamanın etkisiyle söylendikleri açık... "Neydi böylesine hızlı bir başarıyı getiren? "Bugün 'özgür koşuk' dediğimiz 'serbest Nâzım' kesinlikle ölçüsüzlük değildi. Yer yer gene hece kalıpları kullanılıyordu. Ama kurallara bağlı kalınmadan, 'serbest' olarak davranılıyor, kalıptan kalıba geçiliyor, ya da hiçbir kalıba uyulmuyordu. Sözcüklerin birbirine bağlanışı, vurgular, harflerin sesleri, dilin müziği, bütün bunları saran bir uyum şairin işçiliğindeki en belirgin özelliklerdi. "Bu titiz işçiliğin amacı ise içeriğin şiirini ortaya çıkarmak, söyleneni etkili kılmaktı... "Şiir yalnız biçimde değil, içerikte de aranıyor, yalnız söyleyişin değil, söylenenin de şiirsel olmasına çaba gösteriliyordu. "Nâzım Hikmet şiir okurken konuşma tonlamalarıyla yetinmez, heceleri değişik vurgular, sesleri yuvarlar, uzatır, kalınlaştırırdı. Ona göre şiir okumak, tıpkı şarkı söylemek gibi, doğal konuşmanın dışında bir işti. "Yazışı da bu anlayışa dönüktü. Şiirlerini, nasıl seslendirileceklerini düşünerek yazıyordu. Sürekli ayakta dolaşarak dizeleri yüksek sesle yineler, beğendiği biçime ulaşınca oturup kâğıda geçirirdi. "Şairi hep bir kalabalığa şiir okurken düşlüyor olmalıydı. Ona göre şiir birinin seslendirdiği, birilerinin de dinlediği bir şeydi. "Başka bir söyleyişle, Türk şiirinde en göze batan biçimsel devrimi yaparken, Nâzım Hikmet şaire bir eylemci olarak yığınları kışkırtma görevini veriyordu. "Bütün bunlar şiir kamuoyunu olumlu yönde etkileyecek şeyler değil... "Çünkü şiir kamuoyu bütünüyle ilerici aydınlardan oluşmaz. Nitekim özgür koşuğu benimseyenler arasında toplumsalcılığa karşı olanlar çoktu. "Neydi öyleyse Nâzım Hikmet'in kolay başarıya ermesini sağlayan? "Böylesine göze batan bir biçimsel değişikliği izlerken ayrımına varılması hiç de kolay olmayan bir özellik, şairin sonraki şiirleriyle gelen durulma içinde kendiliğinden ortaya çıktı : Nâzım Hikmet şiirde bir devrim yapmış, ama aşılması, arkada bırakılması gerektiğine inandığı şiir anlayışlarının güzelliklerine gözlerini yummamıştı. Şiir geleneğimizden derlediklerini şaşılası bir tazelikle yeni şiire katmanın değişik yöntemlerini bulmuş, bazen göstere göstere, bazen alttan alta eskiyle yeninin bileşimini gerçekleştirmişti. Ölçü, uyak, uyum, sözcüklerin bağlanışı, dizeler, Divan şiiri, Halk şiiri, sonraki dönemler, en yakın ustalara kadar, herkes, her şey onun şiirlerinde yerini alıyordu. "1920'lerde, yığınlara yüksek sesle okunacak şiirler yazdığı dönemde Yahya Kemal'den yararlanmış olması bu bileşimin inanılması güç bir örneğidir. Kendisi açıklamasa kimsenin anlayamayacağı kadar incelikli bir usta çırak ilişkisi... "Nâzım Hikmet Türkiye'de yığınların karşısına çıkamayacağını anladıktan sonra daha yumuşak, daha alçak sesli şiirlere yöneldi. Hele cezaevindeyken türler arasındaki engelleri zorlayışına da değişik bir hava geldi, seslendirilmeden okunacak şiiri, romana kadar genişletti. Memleketimden İnsan Manzaraları'nın (Human Landscapes) ABD'de 'An epic novel in verse' diye basılmış olması ilginçtir. Türkiye'den ayrıldıktan sonra yazdığı uzun dizeli şiirlerinde de konuşma tonlamalarına iyice yaklaştı. "Nâzım Hikmet, biçim alanında büyük bir devrim yaparken, içeriğini toplumsalcı dünya görüşünün insancılığıyla beslerken, şiire yaşamın bütün görünümlerini sokarken, ki bunlar hepsi yazınımız için önemli yeniliklerdi, geleneksel Türk şiirinin güzelliklerini özümseyen bir anlatıma, eskiyle yeninin yapay olmayan bir bileşimine ulaşmış olmasa kendisini şiir kamuoyuna böylesine kolay benimsetemezdi. "1936 yılında yayımlanan Şeyh Bedreddin Destanı onun Divan şiirinden, Halk şiirinden nasıl yararlandığını gösteren çok açık bir örnek olduğu gibi, 'Yağmur çiseliyor' bölümüyle, 1940'tan sonra Türkiye'de yazılacak şiirin de habercisi gibidir." (Memet Fuat'ın Biçemden Biçeme adlı kitabında yer alan 20 Temmuz 1996 tarihli yazısı.)
Kaynak: http://www.nazimhikmetran.com/
© EnginSARI.com